Izmir iktisat kongresi
23 Nisan 1920 de Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Mayıs 1920’de 11 bakandan oluşacak hükümetin kurulması ile ilgili 3 numaralı kanunu kabul etmişti. Bu hükümette bir de İktisat Bakanlığı bulunmaktaydı.
Hükümetin programında mali ve ekonomik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmişti. Ancak 1920-1922 yıllarında Türkiye, Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin bu dönemdeki başlıca amacı yurdu istiladan kurtarmaktı. Savaşın gerektirdiği nedenlerle de, hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak durumda değildi. Ancak yönetici kadro zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü.
Lozan Konferansına ara verildiği sırada, İzmir İktisat Kongresi 1135 delege ile 17 Şubat – 4 Mart 1923’de toplandı. İzmir İktisat Kongresinde, Yeni Türkiye’nin ekonomik sorunları tartışıldı. Ayrıca, Lozan’da devamı istenen kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilmeyeceği ifade ediliyordu. Bu kritik devrede, ekonomik sorunları düzenlemek için kararlar alan İzmir İktisat Kongresinde savaşlardan yorgun çıkan halka, ekonomik yön vermek ve harap olan yurdu kalkındırmak için yapılması gerekenleri tespit etmek amaçlanıyordu. İzmir İktisat Kongresi sonunda; kongreye katılanlar oybirliği ile Misak-ı İktisadı kabul ederek, modern ve müreffeh Türkiye için canla başla çalışmaya and içti.
Kongerede ;
Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulmasına,
Özel Girişimcilerin Desteklenmesine,
Yatırmcılara kredi sağlayacak bankaların kurulmasına,
Sanayii teşvik edici yasaların çıkarılması,
özellikle gümrük tarifelerinin milli sanayiin kalkınma ihtiyaçlarına göre değiştirilmesi,
Yerli malların karada ve denizde ucuz tarife ile taşınması,
Sanayi banka
Osmanlı’da bankacılığın gelişimi
Osmanlı imparatorluğu topraklarında, para piyasalarının oluşumu yeterli sermaye birikimine sahip yabancı ve azınlıklara mensup sarraflar eliyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, tedavülde olan çok sayıdaki yerli ye yabancı, değişik isimli ve ayarlı paraların (II. Mahmud döneıninde piyasada 36 çeşit gümüş para bulunuyordu) arasında fiyat farkları bulunması, söz konusu paraları alıp satan ve bunların fiyatları arasındaki farklardan yararlanmayı meslek haline getiren bir sanaf sınıfının ortaya çık-masına neden olmuştur. Giderek ellerinde sermaye biriken sanafların, vergi gelirleri karşılığında devlete borç vermeye başlamalarıyla bankerliğe dönüşüm başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda iık banka Avrupa’da bankacılığın ortaya çıkmasından yaklaşık 400 yıl sonra, yabancı ve azınlıklar eliyle, 1847 yılında Bank-ı Dersaadet (Banque de Constantinople) adı ile kurulmuş ve temel amacı sterlin ile kuruş arasındaki paritenin korunması olmuştur. Bu gelişmeleri takiben, 1856 yılında yönetim merkezi Londra’da olmak Üzere 500. 000 sterlin sermaye ile bir ticaret bankası olarak Osmanlı Bankası kurulmuştur. Osmanlı Bankasının kurulmasımn ardından, amaçları döviz spekülasyo-nundan yararlanmak ve Osmanlı hükümetine yüksek faizle borç vermek olan çok sayıda yabancı banka daha kurulmuş ve Osmanlı Devleti’nin 1875 yılında borçlarını ödeyemez duruma düşmesinin ardından söz konusu kurumların pek çoğu piyasadan çekilmek zo-runda kalmıştır.
1881 yılında. Düyun-u Umumiye’nİn kurulması ve İmparatorluğun dış borçlarının idaresinin bu kuruluşa devredilmesiyle, yeni bir döneme girilmiştir. Osmanlı gelir kaynaklarının uluslarası bir kuruluşun denetimine geçmesi, Avrupa’lı sermayedarlara yeterli güvence sağladığından, özellikle 1881 ‘den sonra İmparatorluk’ta birçok yeni yabancı banka kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanına değin Ülkede kurulan yabancı ser-mayeli bankalar temelde, kendilerinden önce kuru]an]ara benzer olarak döviz işlemlerinden ve Osmanlı hükümetlerinin yaptığı iç ve dış borçlanmalarelan spekülatif kazançlar sağlamaya yönelmişler ancak bu faaliyetlere ek olarak Osmanlı devleti topraklarınela faaliyet gösteren yabancı sermaye kuruluşlarım da kredilendirmeye girişmişlerdir. 1888 yılında Menafi sandıklarında toplanan kaynakların kullanımının daha kontrollü bir biçimde yapılması amacıyla, tarımsal kredilendirmeyi devlet denetimine alacak olan Ziraat Bankası, ilk devlet bankası sıfatıyla, kurulmuş, sermayesi, Menati Sandıkların alacakları bu bankaya devredilmesiyle oluşturulmuştur. Spesifik olarak tarım sektörünün gelişmesi yönündeki temel amacı ve işleviyle, kuruluşundan (kooperatifleşme) geliş-mesine kadar bir kalkınma finans kurumu özelliği taşıyan Ziraat Bankası gibi, ilerleyen yıllarda da bu bankayı model alan kalkınma finans kurumları ve uzmanlık bankaları çeşitli ulusal sektörleri desteklemek amacıyla kullanılmış ve bu tür örgütlerin lokomotif görevi yaptığı sistem Türk Bankacılık sisteminin yapısal özelliklerinden biri haline gelmiştir.
1867 yılında kurulan ve günümüzün ticaret bankalarına benzer bir görev üstlenen ilk ulusal finans kurumu Emniyet Sandığı, 1907 yılında Ziraat Bankası’na bağlanmış ve bu sandık 1984 yılında Ziraat Bankası bünyesine katılarak, kapatılmıştır. Ülkemizde kurulan ilk ticari bankaların ortak özellikleri: bu bankaların yabancılar ve/veya azınlıklar ortaklığı ve/veya eliyle kurulmaları; halktan mevduat toplama yeteneklerinin düşük olması bu nedenle plasmalarında daha çok öz sermayelerini kullanmaları; bu bankaların sadece yabancıların ve azınlıklalrın elinde olan ticari işlemleri ve yatırımları kredilendirmeleri temel işlevlerinin devleti fonlama ve döviz işlemlerinden spekülatif kazanç sağlama olmasıdır. Bu temel özellikleriyle ülkemizde kurulup faaliyet gösteren ilk ticari bankaların ticaretin gelişmesine katkıda bulunduklarını, sermaye birikimi yaratarak bunu ulusal ekonominin gelişmesinde kullanmış olduklarını söylemek olası değildir. .Sözkonusu bankalar ticari faaliyetlerini ulusal coğrafyada mikro iklimler öiçeğinde gerçekleştirmişlerdir.
Kaynak : Biraz.gen.tr
Dolar kuru seviyesi
Dolar kuru 2,25 li seviyelerde gidiyor. Euro ise 3 liralardan 2,8 lere düştü. Zannedersem döviz belli bir süre bu seviyede devam edecek.
Osmanlı bankasının tarihçesi
Bank-ı Osmanî-i Şahane, uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi bankası ve hazinedarı olarak görev yaptı. İmparatorluk genelinde birçok altyapı yatırımını destekleyen Banka, yaygın şube ağı sayesinde piyasa ile ilişkilerini artırarak ticari bankacılıkta kendisine önemli bir yer edindi. Aynı zamanda banknot emisyonu imtiyazına da sahip olan Bank-ı Osmanî-i Şahane; mevduat, emanet, kredi ve iskonto gibi hizmetleriyle günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi.
Bank-ı Osmanî-i Şahane’nin kuruluşu, 4 Şubat 1863 günü imzalanan bir sözleşmeyle gerçekleştirildi. 1856’da İngiliz sermayesiyle kurulan Ottoman Bank’in İngiliz ortakları, şirkete yeni katılan Fransız ortaklar ve Osmanlı makamları tarafından imzalanan sözleşme, Kırım Savaşı’ndan beri süregelen mali krize son vermeye kararlı Sultan Abdülaziz tarafından kısa bir süre içinde onaylandı. Böylece Ottoman Bank’in mirasını devralan Bank-ı Osmanî-i Şahane, 1 Haziran 1863 tarihinden itibaren yeni kimliğiyle hizmet vermeye başladı.
Para sisteminin sağlıklı hale getirilmesi ve Bank-ı Osmanî-i Şahane’nin kurulması, Tanzimat’ın maliye alanındaki icraatlarının başında yer alıyordu. Banka, Osmanlı İmparatorluğu’na borç kaynağı yaratacak, borçlanmalarda aracı rolü üstlenecek ve devlet bankalarının en önemli imtiyazlarından biri olan para basma hakkını kullanacaktı. 17 Şubat 1875’te imzalanan yeni bir sözleşme ile Banka, imparatorluğun hazinedarı konumuna getirildi. Böylece, artan mali desteğine karşılık, bütçenin hazırlanmasında ve uygulamasında söz sahibi olarak, hazine işlemlerinde de tekel durumuna geldi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun mali krize girmesi sonucunda, Banka, bu duruma çare olarak görülen Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin 1881’deki kuruluşunda aktif rol aldı. Devletin borçlanma yükünün önemli bir kısmını Düyun-ı Umumiye’nin devralmasıyla yeniden yapılanma sürecine giren Bank-ı Osmanî-i Şahane, ticaret ve yatırım bankacılığına yöneldi. O yıllarda, Müşterek-ül Menfa Tütün Rejisi (1884), Rumeli Demiryolları bağlantıları (1885), Beyrut Limanı Şirketi (1888), Selanik İstanbul Demiryolu bağlantısı, İzmir-Kasaba Demiryolu’nun uzatılması (1984), Ereğli Kömür Madenleri (1896), Beyrut-Şam-Havran Demiryolu ve uzantısı (1892-1900) ile Bağdat Demiryolu (1903) yatırımlarına iştirak etti. Altyapı girişimlerinin yanı sıra giderek genişleyen müşteri portföyüne de kavuşarak, bir ticari banka kimliğine bürünmeye başladı. Bu doğrultuda 1890 yılından başlayarak şube sayısını artırmaya önem veren Banka, 1910’dan sonra iyice çoğalan şubeleri sayesinde piyasa üzerindeki etkisini daha da güçlendirdi.
1. Dünya Savaşı, Bankanın faaliyetlerini oldukça etkiledi. Osmanlıların savaşa girmesiyle, Fransa ve İngiltere’nin gözünde Osmanlı hukukuna bağlı bir şirket olarak “düşman kuruluş” niteliği kazanan Banka, Osmanlı İmparatorluğu tarafından da İngiliz ve Fransız sermayesi sebebiyle aynı derecede güvenilmez kabul ediliyordu. Bu dönemde, Fransız ve İngiliz müdürlerin görevlerini bırakması ve para basma imtiyazından vazgeçilmesi şartıyla, Bankanın faaliyetlerine devam etmesine izin verildi.
Bank-ı Osmanî-i Şahane, savaştan sonra 10 Mart 1924 tarihinde imzalanan bir sözleşmeyle para basma imtiyazını Türkiye Cumhuriyeti’ne devrettiyse de, Merkez Bankası’nın kuruluşuna kadar hazine işlemlerini sürdürmeye ve Devlet Bankası statüsünü korumaya devam etti. Bu dönemde, yeni siyasal rejime uygun olarak “Osmanlı Bankası” adını aldı. 1933 yılının Haziran ayında imzalanan sözleşmeyle özel bir ticaret bankası olarak yapılanan Osmanlı Bankası, 1952’de imzalanan bir başka sözleşmeyle, 1990’lara dek süren yeni statüsüne kavuştu.
1914 yılında, 37’si Anadolu’da, 11’i Suriye ve Filistin’de, 5’i Mısır’da, 3’ü İstanbul’da, 5’i Trakya’da, 6’sı Makedonya’da ve diğerleri Kıbrıs, Mezopotamya, Arabistan ve Arnavutluk’ta olmak üzere 80’i aşkın şubesi bulunan Osmanlı Bankası; gerek savaş boyunca, gerekse hemen sonrasında şubelerinin çoğunu kapatmak zorunda kaldı. Buna karşılık, 1920-1930yılları arasında İngiliz sermayedarların isteği doğrultusunda, Ortadoğu’da hızlı bir şubeleşmeye gidildi. 1956 yılında Mısır şubelerinin millileştirilmesi ve el konulması sonucunda Ortadoğu’daki faaliyetlerinde önemli bir kayba uğradı. Aynı dönemde Kenya, Uganda, Tanzanya, Rodezya, Katar, Abudabi, Sudan ve Katar’da, İngiliz sermayedarlara bağlı olarak çalışmalarına devam etti. 1969 yılında ana sermayedar Grup Paribas’in isteği doğrultusunda; Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’daki şubelerini Grindlays Bank’e devreden Osmanlı Bankası, bu tarihten itibaren yalnızca Türkiye sınırları içerisinde hizmet vermeye başladı. 1993’e gelindiğinde anonim şirket statüsüyle yeniden yapılanan Bankanın hisseleri, Haziran 1996’da Garanti Bankası’na ait Clover Investments tarafından satın alındı ve Banka, Doğuş Grubu’na katıldı. 31Ağustos 2001 tarihi itibarıyla Doğuş Grubu bünyesindeki Körfezbank ile birleşen Osmanlı Bankası, 21 Aralık 2001’de ana hissadarı Garanti Bankası’nın bünyesine dahil oldu.
Nestlé
Bu makale, Nestlé’nin 1870-1921 arasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki faaliyetlerinin kısa bir tarihini veriyor. Osmanlı’da şehir piyasasına giriş yapabilmek ve Osmanlı tüketicisinin ilgisini çekebilmek için Nestlé’nin kullandığı araçları özetliyor.
Nestlé’nin ilk yılları
Nestlé’nin pazarlama stratejileri, yeni bir ürünü satmak için geliştirildi: Farine Lactée isimli toz bebek maması.
Bu stratejilerle şirketin erken piyasa liderliğine ve küresel açılımına ulaşıldı. 1875’de şirket 20’den fazla ülkeye ihracat yapıyordu, bunlar arasında Mısır, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu, Endonezya/Malezya yer alıyordu.
1860’larda Avrupa’da, anne sütünün olumlu yanlarını anlatan pek çok yayın vardı ve bunların arasında, emzirmemenin bebek ölümleri üzerindeki etkilerine değinen kitaplar da bulunuyordu. Aynı dönemde bebeklerin sadece anne sütüyle beslenmemesi, ek besinlerin de olması gerektiği tartışılıyordu.
Bazı sağlık uzmanları süt tozlarının doğal beslenmeye engel olduğunu düşünüyor ve bu konuda yapılan reklamlardan şikayetçi oluyorlardı. Böylece şirketler bir yandan bilimsel olarak anne sütüne alternatif olduğu taahhüt edilen süt tozunu satmaya çalışıyor, bir yandan da anneleri, bebeklerini anne sütüyle beslemekten uzak tutmamak için gayret gösteriyordu.
Osmanlı İmparatorluğu ve Nestlé
Batı’da üretim yapan Nestlé, Osmanlı İmparatorluğu’nu başta sadece bir ihracat pazarı olarak görüyordu. Şirket kurucusu Henri Nestlé’nin önde gelen hedefi Avrupa veya dünyanın diğer bölgelerindeki şehirlere hitap etmekti. Nestlé’nin süt temelli ürünü Farine Lacteé için büyük şehir merkezleri uygun bir piyasaydı.
19. yüzyılda Avrupa ile mukayese edildiğinde, Osmanlı İmparatorluğu az gelişmişti, ancak Nestlé’nin hedef aldığı tüketici kitlesini fakir olarak değerlendirmek mümkün değildi ve Osmanlı’nın başkenti İstanbul, Farine Lacteé için uygun bir piyasaydı.
1830’larda başlayan modernleşme dönemiyle Osmanlı hükümeti gittikçe çoğalan siyasi, sosyal ve maddi sorunlarla karşılaşmıştı. Osmanlı Devleti’nde gelişen yeni düşüncelerle ve 1838’den itibaren Avrupalı devletlerle imzalanan ticaret anlaşmalarıyla birlikte piyasa giren seri üretim ürünleri imparatorluğun geleneksel esnaf üretim şekillerini etkilemeye ve büyük şehirlerdeki tüketim alışkanlıklarını değiştirmeye başlamıştı.
1885’te 870 bin olarak tahmin edilen İstanbul nüfusu, 1900’de bir milyona ulaşmıştı. Maddi geliri yükselen Osmanlı bürokrat kesiminin Avrupa’nın yaşam tarzına yatkınlığı artmaktaydı. 1870’lerin başında, Nestlé’nin Osmanlı piyasalarındaki hedef kitlesi olmuşlardı.
Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlılarda da kamu sağlığı, bireysel hijyen, çocuk ölümleri ve düzgün beslenme ve yetiştirme yöntemleri hakkında birçok yayın bulunuyordu. Osmanlı çocuk doktorlarının birçoğu Avrupalı meslektaşlarının görüşlerini paylaşıyordu.
Nestlé Osmanlı piyasasına girdiğinde, karşılaştığı şartlar Avrupa’daki gibi değildi. Devlet yapısı ve şehir toplumu modernleşme yolunda olsa da, anne sütü beslenmesine yönelik alışkanlıklar ve uygulamalar daha çok geleneksel bir yolu takip ediyordu. Diğer taraftan, sağlık uzmanlarının süt tozuna karşı tutumları tamamen engelleyici de değildi.
Nestlé İstanbul’da: İlk 35 yıl (1870-1905)
Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı piyasalarında da satış temsilcileri ürünlerin dağıtımını sağlıyordu. Satışta, eczaneler büyük bir önem taşıyordu çünkü bebek maması sadece bir ana sütü yedeği olarak değil, hasta çocuklar ve daha sonra yetişkinler için de bir ilaç olarak kullanılıyordu.
Satış mümessilliğinin dışında, Osmanlı İmparatorluğu’nun İzmir, Selanik, Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerinde de distribütörler bulunuyordu ve çoğu eczaneydi.
İstanbul ajanı tüm günlük Osmanlı gazetelerine ve periyodik yayınlara reklam vermekle mesuldü. Nestlé sadece Vakit gibi Osmanlıca/Türkçe yayınlara değil, yerli azınlıklara hitap eden gazetelere de reklam veriyordu.
19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da yapıldığı gibi, burada da ürünü deneyen tıp uzmanları, özellikle çocuk doktorları, gazete makaleleriyle önerilerde bulunuyorlardı.
1890’larda eşantiyon ürün, broşür, tanıtım dergisi, resim ve reklam panoları için masrafların arttığı görülüyor. 20. yüzyılın başlarında ise, bu tür araçlar için yapılan harcamalar reklam masraflarını geçmeye başladı.
Diğer taraftan, Nestlé geleneksel Osmanlı esnaf yöntemlerini kullanıp, ürünü tanıtmak için bir deve üstünde müzik çalarak sokakları geziyordu. Bu yöntem özellikle okuma yazma bilmeyen Osmanlı tüketicisine ulaşmak için kullanılıyordu.
Nestlé’nin Anglo-Swiss Condensed Milk Company ile birleşmesi (1905-1912)
1905’e dek en başarılı rakibi olan Anglo-Swiss Condenesed Milk Company ile birleşen Nestlé’nin bundan sonraki adı Nestlé and Anglo-Swiss Condensed Milk Company olarak belirlendi.
NASCM’nin yeni yönetimi, İstanbul dahil olmak üzere satış ve distribütörlük sistemini yenilemeye ve satış mümessillerinin birçoğunu yerli şirketlerle değiştirmeye karar verdi.
Dönemin Osmanlı gazetelerindeki reklamlara bakıldığında, Nestlé’nin yeni depo distribütörünün George Baker & Son isimli bir şirket olduğu görülüyor. Londra merkezinin yönetiminde ve George Baker & Son şirketinin yeni mahalli distribütör olmasıyla, Ortadoğu bölgesi için bütün ürün yelpazesi, pazarlama ve reklam stratejileri yeniden canlandı.
Reklam baskıları görsel olarak genişletilmekteydi. Osmanlı yazılarının kaligrafik şekli, “etnik” reklamcılık olarak hitap edilen pazarlamanın en ilginç örneklerinden biri. Bu tür reklamlarla geleneksel “levha” yazısından yola çıkılarak, Avrupa reklamlarındaki kuş yuvası sembolü kullanılmadan ürünlerin tanıtımı amaçlanmıştı. Bununla birlikte, Nestlé ürünlerine ilgi çekebilmek için açık hava reklamları büyük önem kazanmaya başladı.
İstanbul’un Ortadoğu merkez şubesine dönüşümü (1912-1916)
Nestlé’nin Türkiye’de, gelişen faaliyetlerinin sonucunda, şirket Ortadoğu bölümünü Londra’dan İstanbul’a almaya karar verdi.
Bu girişim çerçevesinde atılan en mühim adımlardan biri, dönemin meşhur Osmanlı mecmuası Servet-i Fünun’da 26 sayfalık, tanıtım amaçlı bir ek vermek oldu. Bu, Osmanlı basınında yayınlanan şirket tanıtımlarının ilk örneklerinden biri. Bu basın tanıtımı Osmanlı okurlara Nestlé’nin temelleri, fabrikaları, üretim şekilleri, yeni ofis ve çalışanları ve tabii ki tarifleri hakkında bilgi veriyordu.
1905-1906 arasında reklam panoları ve açık hava reklamcılığı ile başlayan şirket, artık Beyoğlu/Pera’da ışıklandırılmış reklam yapmaya başlamıştı. Nestlé bu teknolojiyi, şehrin en muhteşem ışıklandırılmış açık hava reklamcılığı olarak değerlendiriyordu.
Genel anlamda ticaret amaçlı açık hava reklamlarına, herhangi bir dini yasaya veya padişahın kişiliğine karşı bir tutum göstermiyorsa izin veriliyordu. Ancak II. Abdülhamid döneminde çıkarılan yasalar poster ve afiş reklamları için gerekli izinleri belediyelerin vermesi mecburiyetini vurguladı.
1900’lerin başında, Nestlé halkın ilgisine hitap etmenin ve bu ilgiyi canlı tutmanın önemini anlamaya başladı. Bu önlemler arasında reklam panoları dikmek, mağazalar için reklam tabelaları dağıtmak, satış mağazalarını afişlerle süslemek, Osmanlı sağlık uzmanları ile sıkı iletişim kurmak ve Kızıl Haç ve Yunan Kızıl Haç tarafından düzenlenen fuarlara katılmak sayılabilir.
Çok kullanılan başka bir yöntemse, kampanya düzenlemekti. Örneğin 1914’ün başlarında şirket günlük Osmanlı Tanin gazetesine bir ilan vermiş ve merkez şubeye 12 adet kondanse süt etiketi getirenlerin kuraya katılıp, hediyelerden bir tanesini kazanma şansına sahip olduğunu duyurmuştu.
Bu kondanse süt kampanyasının 1913’ten sonra gelmesi sadece bir tesadüf değildir çünkü o yıl, belediye hijyenik nedenlerden dolayı sütün sokaklarda bakır tenekeler içinde satılmasını yasaklamıştı. Osmanlı hükümeti hijyen standartlarını Avrupa seviyesine getirmek için hayli çaba gösteriyordu ve Nestlé yerli rakiplerine karşı bir avantaj kazanmak için bu uygulamaları yakından takip ediyordu.
Osmanlılar 1914’te savaşa girme kararını aldıklarında, Nestlé bu duruma da hazırlıklıydı. Bir yönetim kurulu toplantısında, şirketin “Nestlé & Anglo-Swiss Condensed Milk Co. Agence Général du Levant Constantinople” olan isminin değiştirilip, “Compagnie Nestlé Constantinople” olmasına karar verildi. Bu değişimin nedenleri ortaya konulmamış olsa bile, yönetimin “İngiliz” kelimesini kaldırma arzusu olduğu düşünülebilir.
Savaş döneminde Nestlé (1914-1918)
1906-1914 için Türkiye ve Ortadoğu’ya yönelik satış verileri mevcut olmasa bile, 1900-1905 seneleri arasında Nestlé ortalama 10 bin-20 bin civarında kutu sattı. 1915’te satışlar on katına çıktı. Savaş, Nestlé’nin büyümesinin ana sebeplerden biri oldu. Süt kıtlığı, hammadde teminatı ve dağıtımda yaşanan sorunlara rağmen, süt ürünlerine yönelik talep savaş döneminde özellikle hükümet anlaşmaları çerçevesinde arttı.
1908 devrimiyle Jön Türkler birçok Osmanlı’nın ümit bağladığı 1876 anayasasını tekrar yürürlüğe koydu. Ancak II. Abdülhamid’in 30 senelik istibdadından kurtularak istikrar, hürriyet ve zenginliğe kavuşma ümitleri gerçekleşmemiş ve yeni hükümet de uluslararası alanda önemli bir başarı elde edememişti.
Nestlé, Balkanlar ve Ortadoğu’yu merkezden yönetmekteydi, ancak 1912/1913’ten itibaren Balkanlar, Yunanistan, Suriye, Filistin, Mezopotamya ve Türkiye yönetimini İstanbul ofisi doğrudan kontrolü altına almıştı. Nestlé’nin Osmanlı hükümeti ile bir anlaşması olduğuna dair herhangi bir kanıt mevcut değilse de, şirket Osmanlı askeriyesine gıda teminatında bulunuyordu ve 1913’te Sultan V. Mehmet tarafından bir sertifika ve gümüş sanayi nişanı ile ödüllendirilmişti.
Padişahın tuğrasını taşıyan bu sertifika, Nestlé’nin mahalli prestijine büyük katkıda bulunmuştu. İki sene sonra bu sertifika Latin Amerika piyasasında şirketin coğrafi genişliğini ve başarılarını kanıtlamak üzere kullanıldı.
Nestlé’nin yeniden yapılandırılması (1919-1921)
Savaştan sonraki dönemde Nestlé ağır bir kriz ile karşılaştı. Hükümet ile anlaşmalar düşmanlıkların bitmesinden dolayı sona ermiş, savaş döneminde kondanse süt ve süt tozuna alışan sivil tüketici taze sütü tercih etmeye başlamıştı.
Bu sorunları atlatabilmek için Nestlé 1919’da Paris’te kurulan yeni merkezinin yönetimi altında distribütörlük sistemini yeniden yapılandırmaya başladı. Nestlé Osmanlı piyasalarındaki ağını ana şehirlerin dışına genişleterek, Karadeniz Bölgesi’nin Trabzon ve Samsun kentlerinde de bölge sorumluları çalıştırmaya başladı.
Artık pazarlamaya şirket kapsamında daha büyük önem verilmekteydi ve yeni yönetim için hazırlanan raporda publicité (tanıtım) olarak adlandırılan bu bölüm önemli ve geniş bir yer tutuyordu.
Rapor, MVC’ler tarafından kullanılan bütün değişik reklam yöntemlerini bu satış birimi altına toplayarak kontrolü ve MVC müdürlerinin faaliyetlerini, fikirlerini ve önerilerini sınıflandırmayı amaçlamaktaydı. Paris’teki bu merkezileşme, Nestlé’nin belli bir bölgedeki başarısından benzer piyasaların da faydalanabilmesini mümkün kılacaktı. Gerekirse bu yöntemler değiştirilerek veya özelleştirilerek başka piyasalarda kullanılacaktı.
Bu düşünceyi gerçekleştirebilmek için şirket aylık bir tanıtım dergisi çıkarmaya başladı. Yayın, müdürlere reklamları, tecrübeleri ve pratik önerileri hakkında fikir alışverişinde bulunma imkanı sunuyordu.
Ancak Nestlé mahalli yönetimlerle işbirliğindeki sorunları çözmek zorundaydı. Bu durum Batılı ülkelerde daha kolaydı. Doğuda gerekli bilgilere ulaşılmış olsa bile, annelerden oluşan hedef kitleye seslenmek her zaman mümkün değildi. “Şark annesi ve eşi, evinin mahremiyetinde, dünyadan uzak, saklı ve ulaşılması neredeyse imkânsız bir biçimde yaşamaktaydı”. Hedefi gözden çıkarmadan, sokaklar gibi herkesin serbest dolaşıp kendini gösterebildiği yerleri bulmak tavsiye ediliyordu.
Raporlardan, Nestlé’nin tıpkı Avrupa piyasaları gibi, Doğu’nun da homojen bir piyasa olmadığını fark ettiğini görüyoruz. Örneğin şirketin Suriye’de, Türkiye veya Mısır’daki yöntemlerle hareket etmesi mümkün değildi. Suriye’deki tanıtım (publicité) hakkında yazılan bir makalede, yazar başarılı bir reklamın hedef kitlenin mentalitesini göz önüne alması gerektiğinin altını çiziyordu.
Suriyeliler daha az çağdaş olarak değerlendirilirken, Türkler ve Mısırlılar Batılaşmışlardı ve bu yüzden modern reklama daha yatkındılar.
Nestlé Türkleşiyor
Muller’in yönetimi altında Türkiye’de Nestlé ürünlerinin satışını artırmak için gösterilen çabaların bir kanıtı da, bu göreve birden fazla kişinin atanması. Bu bölümde Müslüman bir Osmanlı’nın çalıştırılması, Nestlé’nin etnik bir faktör olarak yerel bilgiye önem verdiğini gösteriyor. Çeşitli reklamlarda yerel adet ve geleneklerin ürünleri pazarlayabilmek için dikkate alındığı görülüyor.
Mirza Bey gibi reklamlarda karikatürleştirilmiş Osmanlı karakterleri tüketicinin Nestlé ürünleriyle daha sıkı bağdaşmasını sağlıyordu. Nestlé’nin her zaman merkezde olduğu esprili hikayeler, bu insanların ve ailelerinin güncel hayatlarını ışıklandırmaktaydı.
1914’te Nestlé, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki 40 seneyi geçen varlığı ile övünerek, şirket tarihinin de bir pazarlama aracı olabileceğini ispatlıyordu.
Nestlé, 1908’den itibaren gelişen Türk milliyetçiliğinin ve yabancı şirketlere karşı düşmanlığın hedefi olmaya başlamıştı. Osmanlı gazetelerinin ve mecmualarının editörlerine yazılan bazı mektuplar buna örnek. Uzun vadeli ve tanınmış yabancı şirketler Osmanlı toplumunun kötüleşen durumunun taşıyıcıları olarak öne sürülüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra bu şikayetçi Osmanlı tüketicisinin arzusu yerine gelecekti. Cumhuriyet altında büyüyen ve çok faal olan yerli bir sanayi sektörü, ürünlerini yerli mallar için açılan sergilerde sunmaya başladı. Bu dönemlerde Nestlé ilk çikolata fabrikasını İstanbul’da açmıştı ve mahalli fuarlarda ürünlerini Türk şirketlerinin hemen yanında sunuyordu.
Sonuç
Uygun pazarlama yöntemleri kullanmak ve sürekli yeni reklam araçları araştırmak Nestlé’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki ve genç cumhuriyetteki devamlı başarısının kilit sebepleri oldu. (YK/GG)
* Makaleyi İngilizce orjinalinden Cenk Alican Türkçeleştirdi.
** Toplumsal Tarih dergisinin Nisan 2008 sayısında yayınlanan makaleden Gökçe Gündüç kısaltarak derledi.
Perakende sektöründe satışları arttırmanın yolu: Tanzim ve Teşhir
Bir satış noktasında talep yaratma ve karşılamanın dört fonksiyonu vardır: müşteri geliştirme, sipariş alma, dağıtım, tanzim ve teşhir. Tanzim ve teşhir, satış noktasında ürünlerin bulunabilirliğini ve satınalınabilirliğini sağlayan faaliyetlerin toplamıdır. Dağıtım, doğru ürünün, doğru zamanda ve doğru miktarda satış noktalarına teslimidir. Sipariş alma, satış noktası stoklarının sayılarak eksik ürünlerin bir sonraki ziyarete kadar yetecek ölçüde ve satacak sayıda tamamlanmasıdır. Müşteri geliştirme, satışların, pazar ve raf paylarının, kârlılığın artırılması için yapılan uygulamaların hepsidir. Dört fonksiyon içinde en önemlisi olup, tanzim ve teşhir faaliyetleriyle eş zamanlı yapılır.Tanzim-teşhirin mantığı; bulunamayan mal görülemez, görülemeyen mal ise satılamaz ilkesidir.
Tanzim-teşhir, market, mağaza, bakkal gibi satış noktalarında anlık satın alma güdüsü ile alışveriş yapan müşteriyi etkileme, yönlendirme ve ürün veya hizmet lehine satın alma kararı verdirme çalışmalarıdır.
Penetrasyon (bulundurma-yaygınlık), ürünlerin satış noktalarında satın alınabilmesi için tüm satış noktalarında var olan ürüt çeşitleri ile bulunması gerekir. Ürünün her yerde olmasını sağlamak, o ürünün pazara penetre olması demektir.
Yeni müşteriler bularak veya mevcut müşterilere daha çok satarak satışları artırabiliriz. Tanzim-teşhir, daha çok mevcut müşterilere yönelik satışları artırmada kullanılan bir yöntemdir.
Tanzim-teşhirin tüketici davranışalarına yönelik iki temel çıkarımı vardır. Birincisi, satış noktalarında ürünler “anlık satınalma güdüsü” ile satın alınır. Yani alış veriş listesi dışındaki ürünleri alma eğilimi vardır. Müşteriye satış noktasında ilk görünen ürün kendisini sattırır. İkincisi, “genişleyen tüketim” kavramıdır. Anlamı, ürünler ne kadar çok satın alınırsa o kadar çok tüketilir mantığıdır ki, doğrudur.
Satış noktasında müşteri ile karşı karşıya gelindiğinde, iki farklı aktivite oluşur: Talebi yaratmak ve talebi karşılamak. Önce talep oluşturulmalı ki, sonra oluşan bu talep karşılansın.
Piyasada ürünler iki kanal üzerinden satılır: Yerinde tüketim kanal grubu, evde tüketim kanal grubu. İki kanal grubunda sunulan ürünlerin pazarlama ve müşteriye sunuş şekli, ambalaj boyutundan tutun, birçok konuda farklılık gösterir.
Tanzim-teşhir uygulaması, satış noktasına şu faydaları sağlar; metrekare başına düşen satış cirosunu artırır, stok miktarının verimli bir şekilde düzenli kontrolünü sağlar, metrekare başına brüt kârı artırır, stok devir hızını artırıp, depo içi kullanımı ve satış alanı verimini artırır.
Metrekare başına düşen satış cirosu= Haftalık satış (KDV hariç) / Ürünün kapladığı raf alanı şeklinde formüle edilir. Tanzim ve teşhir, miktar ve alanı sabit tutmak suretiyle ciroyu artırmayı sağlar.
Metrekare başına düşen brüt kâr= Brüt kâr(haftalık) / Ürünün kapladığı raf alanı şeklinde formüle edilir. Tanzim-teşhir, aynı marj ve satış alanıyla müşteri sayısını artırmayı sağlar.
Günlük stok miktarı, günlük stok seviyesini belirleme stok yönetimi ile ilgili önemli bir ölçüm aracıdır.
Stok miktarı (gün)= Dolu raf stoğu/Haftalık satış X 6 gün (haftalık) şeklinde hesaplanır. Örneğin rafta 40 adet A ürününden bulunan bir satış noktasının haftalık satışı 10 adet ise, günlük stok miktarı şöyledir: Stok miktarı (gün)=40/10X6=24.
Günlük stok miktarını artırmak ve geliştirmek için, toplam raf stoğunu sabit tutup, haftalık satış hızını artırmak gerekir ki, bu iş tanzim-teşhirin konusudur.
Devir/Devir hızı: Stok devri arttıkça, satış alanını kullanma verimi artar. Devir hızı=Yıllık satış adedi/Toplam raf stoğu şeklinde hesaplanır. Devir hızını artırmak için, aynı raf stoğu ile toplam satış adedini tanzim-teşhir metodlarıyla artırabiliriz.
Öte yandan, stok getirisi, stoğa yatırılan her bir Lira için elde edilecek brüt kâr oranını gösterir. Stok Getirisi (ROII-Return on inventory investment)= Net satışlar/Ortalama nakit stok değeri şeklinde bulunur. Stok getirisi, işletmeler için önemlidir. Stok-out’a düşmeden, optimum stok seviyeleri ile stok getirisini en yüksek tutmak gerekir. Bunu da ancak tanzim-teşhir yöntemleriyle gerçekleştirebiliriz.
Stok çevrim hızı= Net satışlar/Ortalama stok formülü, stokların ne kadar hızlı bir biçimde paraya çevrildiğini gösterir. Sağlıklı bir oran için ortalama stok, satış değeri üzerinden hesaplanmalıdır. Stok devir hızı arttıkça, kâr da artar. Dönem başı alınan mallar, dönem başı stok tutarına eklenip, dönem sonu stok çıkartılarak, dönem içi satış hesaplanır.
Tanzim ve teşhirin unsurları:
1-Envanter: Satılan ürünün o satış noktasının stoğundaki ve raflarındaki ürün çeşidi ve sayısı ile ilgilidir ve 3 bölümde incelenir.
1.1.- Ürün ve ambalaj karışımı: Ürün ve ambalajların birbirine olan konumunu hesaplarken, alışveriş kanalının özellikleri dikkate alınmalıdır, tüketicinin tercihleri izlenmelidir, satış rakamlarına bakılmalıdır, aynı çevredeki başka bir satış noktası ile karşılaştırılmalıdır, satış noktasının bulunduğu semt ve şehir dikkate alınmalıdır, satış noktasının konumu önemsenmelidir. Temel prensip, aynı markaların ambalaşları dikey, aynı tür ambalajlar ise yatay dizilmelidir.
1.2.-Stok miktarı: Hangi satış sistemiyle çalışılırsa çalışılsın, müşteri ziyareti satışa dönüşmediği sürece bir anlam ifade etmez. Bir mağaza kesinlikle stok-out’a düşmemelidir. Siparişin hesaplanması aşağıdaki şekilde yapılır. Aşağıdaki şekilde siparişin nasıl hesaplandığı anlatılmaktadır.
1.3.-Stok rotasyonu: Bu hareket, her zaman “first in first out” yani “ilk giren ilk çıkar” mantığıyla yapılmalıdır. Özellikle FMCG (Fast moving consumer goods) grubuna giren ürünler için çok önemlidir. Çünkü bunların raf ömrü ve son kullanma tarihleri vardır.
2-Konum: Ürünün doğru yerde konumlandırılması, tüketicinin karar verme önceliğine sebep olur. Konumun iki unsuru vardır.
2.1.-Yer: Ürün en doğru yerde, rakipten önce, birinci pozisyonda, fiyat avantajı varsa rakip yanında, yoksa rakipten uzak konumda olmalıdır.
2.2.-Ürün Bloğu: ürünün atış noktasında topluca sergilenmesidir. Stokları yenilemeyi kolaylaştırır, mağaza içi teşhir alanının kontrolünü sağlar, tüketicinin karar vermesini kolaylaştırır, kafa karıştırmaz, iyi görüntü sağlar, reklam etkisi gösterir, varsa ikincil markaların satışını artırır.
Ürün bloğunun yeri, trafik akışına göre belirlenmelidir. Her yönden görünür olmalı, tüketicinin rahat ulaşacağı seviyede konumlandırılmalı, üzerinden birkaç ürün eksiltilerek satıldığı hissi verilmelidir.
3-Sunuş: Satış noktasında, ürünleri çekici kılmak için yapılır. Bunun gerçekleşebilmesi için 5 kriterin doğru uygulanması gerekir.
3.1.-Markalar ve Sıralaması: Trafik akışına göre, şirketin almış olduğu karar gereğince raflarda sıralanır. Mesela, şirketin en çok sattığı mamul yanına yeni piyasaya sürülen bir ürünü konur ve en çok satan ürünle eşleştirmesi sağlanır.
3.2.-Müşteriye Dönük Olma (Facing): Tüm ambalajların marka-ambleminin tüketiciye görülebilecek şekilde dönük olması işlemidir.
3.3.-Fiyatlandırma-Fiyat Etiketi: Fiyatlar mutlaka görünür olmalıdır. Avantajlı fiyatlar belirtilmeli ve psikolojik fiyat (5.00 yerine 4.99 gibi) kullanılmalıdır.
3.4.-POS (Point of sales) Malzemeleri: Satış noktası malzemeleri, satışı artırmak için ürünü tanıtan malzemelerdir.
3.5.-Görünüm ve Temizlik (House keeping): Ürünlerin ve sergi alanı malzemelerinin temiz olması gerekir.
Müşteriye Sunum: Klasik satış tekniği FAB olarak adlandırılır. FAB, nitelikler (features) ürünün özelliklerini, avantajlar (advantages) ürünün bu özelliklerinin müşteri için ne anlama geldiğini ve faydalar (benefits) ise müşterinin bu ürünü kullanarak elde edeceği yararları ifade eder. Müşteriye bir ürünün tüm özelliklerini sıralayarak satmak zordur. Bunun yerine bu özelliklerin müşteriye ne fayda sağlayacağı ve bu faydaların onun ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı anlatılmalıdır. Müşteri, mağazaya geldiğinde pasif konumdadır, onu aktif konuma getirmek için, ürün ile müşteri arasındaki mesafeyi azaltmak gerekir. Bunu yapmanın 3 yolu vardır:
1-Ürün hakkında konuşmasını sağlamak, 2- Ürüne dokunmasını sağlamak, 3-Deneme imkanı sunmak.
Göz hizasında bulunan ürünlerin satış oranı daha yüksektir. Ayrıca ülkemizde mağaza girişindeki sağ bölüm en önemli satış yeridir. İlgi çekmesi istenen ürünler burada sergilenmelidir.
Raf dizilişinde, en tercih edilen marka-ürün ortaya, satışı artırılmak istenen marka veya ürün ise en çok tercih edilen ürünün sağına dizilir. Bir bisküvi rafı dizilirken, en gözde marka tam ortaya konur. Satışı artırılmak istenen marka ürün ise en çok tercih edilen marka ürünün sağına konur.
Ülkemizde hemen hiçbir mağazada dikkat edilmeyen bir konu raflarla müşterinin gözü arasındaki irtibatın kolay kurulması gerektiğidir. Bütün mağazalar müşterisine yengeç yürüyüşü yaptırır. Müşteri sağdaki rafları yan yan giderek ya da başını sağa çevirerek görmek zorunda bırakılır. Aynı şekilde müşteri sol raftaki ürünleri de yan yan giderek ya da başını sola çevirerek görmek zorundadır. Halbuki, sağ ve soldaki raflardaki ürünler hafif sola doğru açı ile dizilse, müşteri geniş bir açıdan her iki yandaki raflardaki ürünleri rahatlıkla görebilir, fark edebilir.
Ürün koridorlarının baş ve sonlarında yer alan dergiler dikkat çekmede etkilidirler. Bu tip sergiler bir çeşit reklam panosu görevi görür.
Satış tekniklerinde aşağıdaki kavramlar da önemlidir.
Onbaşı Raf Düzeni: Raflar belli bir eğimle yerleştirilir ve müşterilerin daha fazla ürün görebilmesini sağlar. Yani raflar koridora 90 derece yerine 45 derece açıyla yerleştirilir. Ancak bu dizilişin tek sıkıntısı geleneksel biçime göre %20 civarında alan kaybına sebep olmasıdır.
Langırt Oyunu: Müşteri bir ürünü gözden geçirdikten sonra başka yöne baktığında az ileride ilgisini çekecek başka bir ürünü fark etmelidir. Mağaza içi satışta bu teknik, langırt oyunu olarak tanımlanır. Bu oyunu en iyi şekilde oynatan mağaza yöneticileri müşterilerin bütün mağazayı gezmesini sağlayabilirler. Mağazacılık satışının iki önemli unsuru olan müşteriyi mağazada uzun süre tutmak ve her tarafı gezdirmek bu şekilde sağlanmış olur.
Bunu başarabilmenin değişik araç ve yöntemleri vardır. Ürün fiyatıyla oynanabilir, mağaza içi ürün konumlandırmasıyla yapılabilir, ürün sergileriyle, yönlendirme yazıları ve afişetlerle yapılabilir.
Bumerang Hareketi-Bumerang Oranı: Bir koridorda ilerleyen müşterinin bir ürün seçtikten sonra koridorda sonuna kadar yürümek yerine geri dönmesi hareketine bumerang hareketi denir. Bunun sıklığı ise bumerang oranını ortaya koyar. Gerçekten sıkıntılı bir durumdur. Bunu önlemenin çeşitli yolları vardır. Mesela en çok aranan ürünler yarı yolda sergilenmelidir. Ama üreticiler, ürünlerinin koridor başında sergilenmesini isterler. Bu durumda dikkat etkisini artıracak başka yöntemler bulmak gerekir.
Tekrarlamak gerekirse, mağazacılıkta amaç, müşteriye mağazanın tamamını gezdirmek, uzun süre tutmak ve olabildiğince fazla ürünü görmesini sağlamaktır.
Toplama Havzası Oluşturma: Kozmetik gibi bazı reyonlarda müşteriyi içeriye çekmek için alanlar oluşturmak ve ilgilenildiğini göstermek gerekir. Kalabalık durumlarda bu sistem işe yarar.
Mağazalarda ürün sunmanın iki ayrı yönü vardır; ilki, ürünleri raflardan çıkararak, yani rakiplerinin arasından alıp ayrı bir yere koymak ve diğeri ise bir ürünü başka bir ürünün yanına koyarak her ikisinin de çok satmasını sağlamak.
Yan yana sergilemeyle elde edilen en büyük fayda ek satışlardır. Diyelim ki bir gömlek 50 TL olsun, müşteriye bunun yanında bir de 5 TL’lik çorap satarsanız satışınızı %10 artırmış olursunuz. Üzerine bir de 25 TL kemer satarsanız, satışınızı %60 artırmış olursunuz. Bunu başarabildiğiniz anda dahisiniz demektir. Çünkü, örneğin mobilya arayana herkes mobilya satabilir, esas başarı hiç aklında olmayanlara mobilya satabilmektir ki bu da gerçekten yaratıcılık gerektirir.
Mağaza içi satışta kullanılan tanıtım malzemeleri, afişler ve resimler en az 6 metreden okunacak şekilde yapılmalıdır. Ayrıca koridor sonu oluşturulan veya tek başına serbest teşhir donanımı ABD perakendeciliğinin temel unsurudur. Mesela hareketsiz sergilere göre, hareketli ve veya yanıp sönen ışıklar vs. ile süslenmiş sunumlar daha çok ilgi çekiyor. Mağazada devasa, yığınla ve abartılı sergilerin dikkat çektiği ve siparişi artırdığı gözlemlenmiş ve ispatlanmıştır.
Unutulmamalı ki alışveriş duygusal ve manevi bir süreçtir. Müşterinin koklama, tatma, dokunma, dinleme duygularına da hitap edilmeli, müşterinin ürünü hissetmesi sağlanmalıdır. Bu noktada tekrar raf düzenlemesine gelecek olursak, rafları müşteri için yapın, kendiniz için değil.
Mağaza içi alışverişte kadın ve erkeğin satın alma davranışları farklıdır. Erkekler daha hızlı gezip çıkarlar, etraflarına daha az bakarlar, almayı düşünmedikleri ürünle ilgilenmezler, ürünü nerede bulabileceklerini sormazlar, fazla soru sormayı sevmezler. Erkekler mağazada aradığı ürünü bulamıyorsa, bir-iki kez daha dolanıp, yardım istemeden ve ürünü almadan mağazadan çıkarlar. Yine erkekler, bir ürünü alıp almamaya ilk denemede karar verirler. Ancak kadınlar ise, bu sayılanların tam tersi davranış gösterirler.
Araştırmalara göre erkeklerin %65’i denedikleri ürünü satın alırken bu oran kadınlarda %25’te kalmıştır. Bir diğer araştırma, fiyat etiketlerine bakma oranı kadınlarda %86, erkeklerde %72. Bunun sebeplerinden biri, erkeklerin mağazadan çabuk çıkma isteğidir. Öyle ki çoğu zaman fiyata bile bakmazlar.
Aile bütçesine önem veren kadın, erkeği mağazaya tek başına yollamaz. Hele bir çift çocukla babayı markete yollamak, ateşle barutun yan yana gelmesi gibidir. Babalar, annelere göre çocukların isteklerine daha nadir karşı koyarlar.
Kadınlarda birlikte alışverişe çıkma dürtüsü çok yüksektir. İç çamaşırı almak için bile kadın arkadaşlarıyla alışverişe çıkarlar. İki erkeğin iç çamaşırı almak için birlikte alışverişe çıktığı ise görülmüş değildir.
Mağazada iki kadın para harcama makinesi gibidir. Akıllı yöneticiler bunu bilirler ve kullanırlar. “Bir arkadaşınızla birlikte gelin, indirimden yararlanın!” gibi kampanyalar geliştirirler.
Kadınlar alışveriş yaparken bir hayal dünyasına düşerler. Öte yandan erkekler hızla dolaşırlar ve giderler, manav reyonunda en üstteki maydanoz demetini alırlar ve giderler. Halbuki kadınlar araştırır, iyice bakar, inceler. Öte yandan kadınlar kalabalık, itiş-kakış yerleri sevmezler. Raf tanziminde de bel altında ya da yüksek seviyede ürünleri incelemek istemez kadınlar.
Eğitim ve gelir durumu arttıkça alışveriş kriterleri değişir. Her yaş grubunun da davranış psikolojisi farklıdır. Mesela yaşlı bir müşteri, kendi yaşıtlarınca bilgilendirilmek ister. Müşteri profilinizin yaş durumuna göre personel bulundurmakta fayda vardır. Örneğin kozmetik bölümündeki görevliler genelde 18-20 yaş aralığındaki genç kadınlardan oluşur. Eğer müşteri profilinizde 45-50 yaş kadınlar yoğunluktaysa, bu reyonda bu yaş grubuna yakın birilerini istihdam etmenizde fayda vardır. Çünkü, en basitinden 18-20 yaş grubundaki reyon elemanı, 45-50 yaş grubunun cilt, saç vb sorunlarını anlayamaz. Ya da müşteri öyle düşüneceğinden yardım istemez ve bu da cironuzu düşürür.
Mağazacılıkta bir müşterinin verilen hizmeti değerlendirirken en fazla önem verdiği nokta bekletilmektir. Zamanı algılamak zihinsel bir mesele olduğundan, 1.5 dk üzerindeki bekleyişlerde, müşterinin zaman kavramını karıştırdığı ve mesela 4 dk bekleme süresini abartıp 15-20 dk gibi algıladıkları görülmüştür. İşte bu bekleyiş, alışverişin bütün hazzını sıfırlar. O halde yapılacak, bulunacak çözümler olmalı. Mesela mağaza içinde müzik çalınmalı. Müzik, müşterinin zaman kavramını yaklaşık olarak doğru ölçmesine yardımcı olur. Bunun haricinde yapılabilecek uygulamalar vardır.
Bekleme süresini sıkıştırma tekniklerinden biri etkileşimli iletişimdir. Mesela 4 kasa ve önlerinde bekleyen sırası uzadıysa, elemanlardan 4 adedini kasalara gönderip, müşterinin satın aldığı ürünleri poşete koymaları sağlanırsa, müşteriler işlerin hızlandığı hissine kapılırlar. Zaman akışının algıyla ilgili olduğunun bir diğer ispatı ise bankalardaki numaratörlerdir. Burada algı, sıraya göre yapıldığından zaman ve bekleme süresi ikinci plana atılır. Önemli olan sizin sıranızdır.
Kasa önlerindeki düzensizlik, insanların nerede duracağını bilememesi can sıkar ve müşteriyi tedirgin eder. 3 kasayı bekleyen toplam 15 kişi yerine, bunların 5’er kişi halinde o üç kasada sıraya girmelerinin sağlanması daha az beklemiş hissi uyandırır. Dolayısıyla kasalarda buna göre bir düzenleme yapılmalıdır.
Eşlik etme de bu tekniklerdendir. Yanınızda, sırada beklerken konuşabileceğiniz biri varsa, süre size daha kısa gelir.
Oyalama taktiği de bir başka taktiktir. Kasaların olduğu bölümde TV, alışveriş rafları, panolar, ürün tanıtım afişleri gibi yöntemlerle müşterinin zaman algısını kısaltabiliriz.
kaynak : http://www.dailymarkets.info/perakende-sektorunde-satislari-artirmanin-yollarindan-biri-tanzim-teshir/
Yeni seg led tv
Carrefour da vestel üretimi yeni seg led tv leri 599 lira fiyatla gördüm. Full hd ve dahili uydu alıcılıydı. Dünya kupası dolayısıyla ucuzlamış zannedersem. Fiyat ve özellikler çok iyi.
Gençliğe Hitabe
EY TÜRK GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşenmeyeceksin. Bu imkan ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet fakrü zarüret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk İstikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Forex nedir ?
27 Mart 2015
Havadan Sudan
Forex nedir ? için yorumlar kapalı
onurkayikci
Forex kısaltılmış hali olan FX İngilizce Foreign Exchange sözcüklerinden oluşur ve finans piyasalarının vazgeçilmezleri olarak yerini aldığını kanıtlamıştır. Çünkü günlük 5,5 trilyon dolar işlem hacmiyle dünyanın en büyük ve en hızlı gelişen finansal bir piyasa olması kişileri forex piyasasına yaklaştırmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Farklı ülkelerin paralarının birbiriyle değiştirildiği bir döviz piyasasıdır. Forex piyasalarında dövizler arasında değişim temel alınsa da bu piyasanın beklenenden daha fazla ilgi görmesi sonucunda altın, gümüş gibi değerli metallerin dışına petrol ve farklı borsalara ilişkin endekslerde de işleme girilebilme özelliğine sahiptir. En çok işlem gören paritelerde gün içinde fiyatlar 18000 kereden fazla değişmektedir. Bu fiyat hareketlerinin göreceli olarak küçük olması (1 pip) sayesinde piyasa, kusursuz olarak çalışmakta ve likit olmaktadır. Forex piyasasının katılımcıları, ticari bankalar, merkez bankaları, portföy yönetim firmaları, sigorta şirketleri, büyük şirketler, korunma (hedging) fonları ve bireysel yatırımcılardır. Forex piyasasında emirlerin işlendiği genel bir merkez yoktur. Çünkü Dünyanın farklı yerlerinde coğrafi ticari merkezler vardır. Bu merkezler önem sıralarına göre Londra, New York, Tokyo, Singapur, Frankfurt, Zürih, Paris ve Hong Kong’tur. İşlemler; bankalar, kurumlar ve bireysel yatırımcılar arasındaki elektronik ağ üzerinden yapıldığından 24 saat boyunca işlem yapılabilir. Forex, günümüzde her ölçekte yatırımcının yalnızca bir internet bağlantısıyla günün her saatinde erişebildiği çok aktif bir piyasadır.
kaynak gcmforex